Mayanın Ustası

Hizmet sektörü denilince akla ilk olarak oteller, restoranlar, belki hastaneler gelir. Oysa ki insanın, hatta canlıların olduğu her yerde hizmet de vardır. Hizmetin olduğu her yerde ise çoğu zaman durmaksızın süren bir tempo vardır. Hele bir de vardiya sistemiyle çalışan sektörlerden ve işletmelerden bahsediyorsak bu çark daha fazla devir yapar.

Böylesine yoğun çalışan sistemlerde, çalışan arkadaşları işlerinden "en iyi haliyle" bir veya iki gün boyunca almak ve eğitim vermek çok daha zordur. İşletmeler para kazanmak, misafirler de en iyi şekilde ağırlanmak isterler. (Bunu sadece otel veya restoranda ağırlanan misafirler olarak düşünmeyin. Bir teknoloji mağazasına gelen kişi de müşteri olmasının yanında aslında iyi ağırlanmayı bekleyen bir misafirdir.)

Peki ya eğitimler için bu kadar lüksünüz yoksa ne olacak? 

Belki de en doğrusu, kişileri belirli kalıplara sığdırmak yerine kişilere ve durumlara göre kalıplar çıkarmaktır. 

Çok iyi ekmek yapan fırınları, o fırınların ustalarını düşünün. 

Her birinin mayası farklıdır ve kendine özeldir. Kimileri çalıştıkları fırına göre özel maya üretir, kimileri de mayalarını ekmek çeşitlerine göre özelleştirirler. 

60’lı yıllarda, Toronto Üniversitesinden Profesör Allen Tough, farklı öğrenme biçimleri üzerinde araştırmalar yapıyor. Fark ediyor ki öğrenmenin %70’lik bölümü bireyin kendini yönlendirmesi ile oluşuyor. Bu ise işbaşında, sahada veya operasyonda oluyor. 70/20/10 modelinin günümüzdeki şeklinin temelleri de böyle atılıyor.

Biraz daha detaylandırırsak aşağıdaki gibi bir formül çıkıyor karşımıza.

Öğrenilenlerin;

  1. %70’lik bölümü bizzat gerçek hayatta uygulayarak ve deneyimleyerek ortaya çıkıyor. Nasıl yüzme öğrendiğinizi düşünün mesela. Bir sınıfta ve teorik olarak aldığınız bir eğitim ile mi yüzmeyi öğrendiniz, yoksa denizde ve bizzat deneyimleyerek mi ustalaştınız?
  2. %20’lik bölümü informal yollarla ve rol model olarak gördüğünüz kişilerden öğreniliyor. Usta – çırak ilişkisinde olduğu gibi mesela. Şirketlerdeki süpervizörlerden, direktörlerden veya sizden kıdemlı olan çalışma arkadaşlarınızdan da bahsedebiliriz tabi.
  3. %10’luk bölümü ise sınıf içi eğitimlerden, e-öğrenme platformlarından, çeşitli kurslardan veya benzer yöntemlerle yapılan çalışmalardan öğreniliyor. Düşünebiliyor musunuz? Saatlerce süren sınıf eğitimleri sonucunda sadece yüzde 10!

Daha önceki yazılarda da zaman zaman üzerinde durduk. Bundan sonra da duracağız. Devir değişiyor. Devir değiştikçe de insanlarla birlikte eğitim yöntemleri de değişiyor. 

70/20/10’un bu versiyonuna ise “Learning by Doing” modelinin etkin bir örneği olarak da bakmak gayet mümkün.  

Eski bakış açısına göre sınıf içi öğrenmenin %70 olduğu fikri hakimdi. Bu yüzden de operasyonda yaşanan bir başarısızlık öncelikle eğitimi alan bireye mal edilir, eğitim sisteminin ne kadar verimli olup olmadığı tartışılmazdı bile.

Vardiyalı çalışan bir perakende firmasındaki arkadaşları tüm gün sınıf içi eğitimine almak yerine yarım günlük sınıf eğitimlerine alıp, eğitimin geri kalanının bir bölümü için yöneticileriyle koordineli çalışabilir, sınıfta temeli atılan konuları operasyonda deneyimlemelerini sağlayabilirsiniz örneğin. 

Böylece neyi yapmaları ve yapmamaları gerektiği çok daha etkili olarak yerleşecektir zihinlerine.

Diğer yandan 70/20/10 modelinin mutlak bir formül olmadığı da unutulmamalı. Her eğitimcinin, her kurumun, her yöneticinin, her çalışma yönteminin kendine göre bir formülü vardır. 

Tıpkı ekmek yapan her iyi ustanın kendine ve ekmeğine has bir mayası olduğu gibi.

Bu web sitesi, tarama deneyiminizi geliştirmek ve kişiselleştirilmiş öneriler sağlamak için tanımlama bilgileri veya benzer teknolojiler kullanır.
Web sitemizi kullanmaya devam ederek Gizlilik Politikamızı kabul etmiş olursunuz.